İsmi Beşiktaş ile anılana kadar Bruno Pinheiro'yu doğal olarak ben de tanımıyordum. Kendisini de Beşiktaşlı yöneticilere Rúben Amorim'in tavsiye ettiği söyleniyor.
Bu nokta önemli, gerçekten Amorim'den tavsiye istendiyse bazı sıkıntıların yönetim bazında fotoğrafı doğru çekilmiş diyebiliriz, her ne kadar Beşiktaş'ın düşüşünde başlangıç noktası olarak Balotelli'nin öne çıktığı Adana Demir Spor maçı gösterilse de Sergen Yalçın'ın deyim yerindeyse "ayarını bozan" ilk maç Vodafone Park'taki "Sporting" maçı idi.
Çünkü Sergen Yalçın, sezonun henüz başında katıldığı bir televizyon programında "La Liga hayali" olduğunu ve bu sebeple İspanyolca dersi almaya başladığını söylemişti. Bunu gerçekleştirebilmesi için de kendisinin,"referans maçlara" ihtiyacı vardı ki o maçlar da "Şampiyonlar Ligi" maçlarıydı.
İçerideki Dortmund ve deplasmandaki Ajax maçları kaybedilmiş olsa da, Dortmund maçında sahaya konan oyun ve Ajax maçının çok eksik bir 11 ile geçilmesi bu kayıpları, Sergen Yalçın'ın teknik direktörlük performansı düşünüldüğünde, tolere edilebilir bir hale getiriyordu.
Ancak Sporting maçında takımın, ilk yarıda hem oyunu hem de skoru çalışılmış çok basit bir "korner organizasyonu" sonucunda gelen üç gol ile kaybetmesi, kenar yönetimine olan güveni çok ciddi bir şekilde sarsmıştı.
Rakip hiç mi analiz edilmemişti, böyle bir "korner organizasyonu" olabileceğine dair hiç mi işaret bulunamamıştı, bu gözden kaçtıysa maç içinde niye önlem alınamamıştı, Sporting maçı özelindeki bu sorular, bugün bile Sergen Yalçın'ın gidişinden memnun olan kesimler tarafından dile getiriliyor.
Bu maçın kaybediliş şekli yüzünden, La Liga hayalini biraz ertelemek zorunda kalacağını anlayan Sergen Yalçın ve onun yönetimindeki Beşiktaş, o günden sonra, oyuncuların derbi olması hasebiyle gösterdiği özel performans sayesinde kazanılan Galatasaray maçı hariç tutulursa, hiçbir maçı kazanamadı..
*
Şimdi gelelim, Bruno Pinheiro'ya, bu sezon Estoril'i hiç izlemedim. Bu sebeple kendisinin teknik direktörlük yetenekleri, oynattığı oyun vs. gibi meseleler üzerine ahkam kesebilecek durumda değilim.
Ancak Beşiktaş - Sporting maçlarından sonra Amorim'e ve oynattığı oyuna merak sardığım için Portekiz Ligi'nden maçlar izliyorum. şöyle söyleyeyim, izleme şansı bulduğum Boavista, P. Ferreira, Guimaraes vs. gibi takımların hepsi Süper Lig'deki çoğu takımdan daha derli toplu ve daha taktik disipline bağlı bir şekilde oynuyor.
Bahsettiğim şey, bu arada, oyuncu kalitesi değil, takım bütünlüğü..
Beşiktaş'ın şu anki durumu ve ülkedeki döviz kurunun da vaziyeti göz önüne alındığında, Bruno Pinheiro, gayet makul ve alınabilecek bir risk olarak görülüyor.
En azından ortada bir risk varsa, bu riskin "şımarıklık" sonucu alınmadığı ortada.
*
Ben hiç izlememiş bir insan olarak, Bruno Pinheiro hakkında, en fazla bu kadar yorum yapabiliyorken hiç izlememiş bazı insanların, medyada, daha göreve bile başlamamışken, kendisi hakkında bu derece sert yorumlarda bulunmasına nasıl bakacağız peki?
İyi niyetle, bu durumun doğru olmadığını, Estoril macerasının Beşiktaş için referans olamayacağını, bu tarz bir riskin başka teknik adamlarla da alınabileceğini söyleyenleri ayırıyorum, onlar zaten Pinheiro başarılı olduğunda da hakkını ilk verecek isimler.
Kim peki üstteki sorunun muhatapları?
Bruno Pinheiro geldiğinde bir an önce başarısız olsun diye pusuya yatacak olanlar, basın toplantılarında "yerli" teknik adamlara soramayacakları soruları "yabancı" teknik adamlara soranlar, "yabancı" teknik adamların denediği her yeniliğe "ama olmaz ki" diye yaygara yapan ve bu yaygara ile taraftarın ve hatta yöneticilerin kafasını karıştıranlar, Tudor'u, Riekerink'i, Vitor Pereira'yı dövüp, ilişkilerini iyi tutmak zorunda olduğu yerli teknik adamlara ağızlarını açamayanlar..
*
Teknik direktörlüğe yeni başlamış Farioli'nin, gittiği hiçbir yerde dikiş tutturamamış Montella'nın ve hatta Stefan Kuntz'un, bile gelir gelmez fark yarattığı bu ülke futbolunu geliştirmek istiyorsak, iyi hocalarımızı, oyunu bilen "yabancı" teknik adamlarla rekabete sokmamız gerekiyor, bu yüzden de ülkemize gelen her teknik adamı, yukarıda bahsi geçen "medyaya" karşı savunmamız gerekiyor.
*
Bu sebeple Bruno Pinheiro'yu savunmalıyız.
Yorumlar
Yorum Gönder